ENGLISH

Yol, Yolcu ve Yoldaş Düşlemesi


Yaşam bir başlangıç ve bitiş arasındaki yola benzetilebilir. Yaşamın öznesi olanlar bizler ise yolcu. Yanımızda varlıklarını, desteklerini ve sevgilerini hissettiğimiz kişiler ya da kişilik atfettiğimiz şeyler ise yoldaş olarak isimlendirilebilir. 


Sahip olduğumuz ömrü bir tuval ya da bir hikaye defteri gibi düşünürseniz, yaşamanın kendisi deneyimlerimizle o tuvale resimler çizmek,  romanlar ya da şiirler yazmak olarak görülebilir. 


Kimimiz kendi hikayelerini ya da resimlerini özensiz yazıyor ve çiziyor olsa da bazılarımız o resimleri incelikle ve duyarlılıkla şekillendiriyoruz. Hangisi olursa olsun hepimiz kendi hikayelerimizin kahramanları, bir başka deyişle sanatçılarıyız. Bazen öykünerek bazen yaratarak kendi hikayelerimizi canlandırıyoruz. 


Her birimiz bir bakıma birer sahaf, antikacı ya da koleksiyoncu gibiyiz. Ruhumuzdaki enerjinin rengi düşlerimizi boyuyor. Bizlerde bir düşün peşinde koşarken anılar ve hikayeler biriktiriyoruz, sevgi ya da ilgiyle karşılığını verenlerle de paylaşıyoruz. 



















Her yolcu kendi yollarında ve yoldaşlarıyla hikayeler yazıyor.  Benim kendi yolumda yoldaşımla düşlediğim,  yaşadığım  ve paylaştığım hikayeler ya da çizdiğim resimler de bana özel. Yüreğinde yaşam heyecanı sönmeyen, yaşadığı her andan coşkuyla, sevgiyle, merak ve macera duygusuyla  zevk alan ya da almaya çalışanların hoşlanacağı türden hikayeler. 


Yol, mecaz anlamda mücadelelerimizi, sevinçlerimizi, korkularımızı, zaferlerimizi ve yenilgilerimizi yani tüm yaşantılarımızı anlatır,  Yol bir gezgin için bir yerden bir başka yere geçerken yeni yerler,  insanlar, deneyimler, yeni duygular anlamına gelir. Yol, zorlukların üstesinden gelme, mesafe katetme, görülmemiş coğrafyalar, geçilmemiş dağlar, ovalar, göllerden geçer.  Yol destansı bir yolculuğun tüm yaşantılarını ifade eder.


Yol, kilometreler, istasyonlar, şehirler, insanlar, müzeler, sanat merkezleri, barlar, sabahın ilk ışıkları, gün ve gecenin karanlığı, yol ve yola dair yaşanılan ve hissedilen her şeydir. Yol, güneş, yağmur, sıcak ve soğuk, asfalt, çakıl, toprak, çamur, kumdur. Yol, içinde sevinç, üzüntü, korku, cesaret, mutluluk, hırs, eziklik, çaresizlik, coşku ve benzeri her duyguyu barındırır.

Yolcu ise tüm yolun ve yolculuğun öznesi. Ben ya da biz. Tüm yolu soluyan, koklayan, tadan ve dokunan. Motorsiklet ile yolculuk ise bir yolcunun aynı zamanda içsel yolculuğudur. İki tekerin yolla sürtüşmesinin, yola tutunmasının, yolu aşmasının gürültüsü ile insan zihninin kendi hayatıyla sürtüşmesi, hayata tutunması ve zorluklarla mücadelesinin metaforudur yolculuk. 


Yolcu için yolculuk onlarca ya da yüzlerce duygunun anlatılmaz bir sentezini oluşturur. Yolcunun yolda yaşadıkları kelimelerle ifade edilebilir ancak hissettiklerini tarif edebilmek çok mümkün olmayabilir. Ancak bu duygular bir tür tutku yaratır. O nedenle her yola çıkan yolcu sonunda yeniden yola çıkmak için içinde arzular tutuşturur. 


Bilinmez bir memlekette, aşina olmadığı coğrafyalarda, tanımadığı insan ve kültürlerin içinde gezmeye ve keşfetmeye dair düşler, duygular ve düşünceler yolcuyu cezbeden şeylerdir. Tanıma ve öğrenme hazzı.  Yolda olma duygusu ve heyecanıdır vazgeçemediği.




Yoldaş ise hayallerinizin nesnesidir. Yoldaş candır çünkü canımızı taşır.  Yoldaş güvendir, güçtür, dosttur. Gezgin için motoru her şeydir.  Hayallerimizi gerçekleştirir. Ulaşılmaza ulaştırır,  uzağı yakın eder. Taşıyamayacağınız taşır.   Yolda yolcu ve yoldaş bütünleşir. Bir süvarinin atı gibidir. Bir savaşçının kılıcı. Bir hastanın ilacı bazen. Yoldaş yola yakışır, yolcu her ikisine.  Yol, Yolcu ve Yoldaş gezgin bir ruh için her hikayenin kahramanlarıdır.


İki teker ve çokça beygir gücünün sağladığı güç ve özgürlükle bir kartalın gökyüzünde süzülmesi, bir yunusun okyanusta dalıp çıkması, bir kaplanın bir otlakta var gücüyle koşması gibidir motorsiklet yolculuğu. Motorun kendine has senfonisi, pistonların ritmik vuruşları, egzozun üflemesi, lastiğin asfaltla sürtüşmesidir.


Çocukluk hayalimdi! Belki bir filmden, bir romandan, arkadaşlar arasındaki sohbetlerden kalmıştı motorlara atlayıp ülke ülke gezmek fikri. Bir fantaziydi, hayaldi! 40’lı yaşlarımın ortasında küçük bir kalp rahatsızlığı ”eyvah, iş işten geçiyor!” duygusu yaratınca bir büyük motorsiklet almıştım. Bir Chopper, Honda CMX250 Rebel. Sonra farkettim enduro almam gerektiğini ve değiştirdim, Triumph Tiger 800 XRX. İlk yolculuklarımda heyecan yeni yerler görmek, yeni şehirler ziyaret etmek, tarih, kültür, yol ve yolculuğun kendisiydi. Her yolculuk dönüşü hikayelerim hep şehirler, köyler, dağlar, göller yani mekanlar üzerineydi. Sonraki yolculuklarımda insanlardı öncelik, yeni insanlarla tanışmak, onları tanımaktı motivasyonum. Çünkü her biriyle farklı bir duygu, farklı bir düşünce,  etkileşim oluyordu ve zenginleştiğimi hissediyordum. Sanki canlı ruhlarla iletişim kuruyordum ve hepsi kendi renkleriyle bana dokunuyor ve beni boyuyordu. Rusya ve Altay seyahatiyle birlikte bu duygu genişledi, ilk kez St. Petersburg şehrinde farkettim, şehirlerde beni etkiliyordu. İstanbul gibi, Budapeşte gibi, Prag gibi, Riga gibi. Sadece şehirler değil, ulu bir nehir, yüze bir dağ, güzel bir ağaç bende farklı duygular oluşturuyorlardı. Hepsinin bir ruhu, bir rengi vardı ve ben her biriyle iletişim kurarak kendi renklerimi zenginleştiriyordum. Sonraki seyahatlarımda ne yer nede insan öznesel olarak amaç olmaktan çıkmış ama bir tür tinsel deneyim amacım haline gelmişti. Daha çok yer görmek, daha çok kişiyle tanışmak ama her birinin olumlu olumsuz bende bıraktığı izlenim, duygu, renk daha çok ilgimi çekiyordu. Yolculuk bir tür değerli ruhsal tecrübe haline geldi ve ben bunu çok sevdim. 

Rusya Altaylar yolculuğumda, Hermitage müzesinde St. Petersburg, Pazırık Bölümünü ziyaret etmiştim. Tarihte bilinen en eski Türk kurganlarında bulunan arkeolojik eserlerin sergilendiği bölüm. Altın elbiseli adam, Pazırık halısı, Altın elbiseli adamın mumyalanmış atı, arabası, okları, ve diğer ona ait nesneler. Kurgana ait ağaçlar ve beyin ve atının gömülü olduğu dev ağaç tabut burada. Ayrıca bilgi notları o zamana ait yaşam biçimi ve diğer özellikler anlatılıyor. Sadece at değil geyiklere takılan koşum takımları ve benzeri nesnelerde var. Altın elbiseli adamın altın işleme elbisesinden kalanlar, mumyasında bile dikkat çeken vücuduna yaptırmış olduğu dövmeler beni çok etkilemişti. Bu arada Şaman inancı ve şaman yaşam biçimi de özel olarak ilgimi çekmişti ve araştırıyordum sürekli. Altaylarda sürerken bazı tepelerde düzleştirilmiş teraslar, bayrak direği gibi direkler görmüştüm, bazılarında tek tük insanda vardı. Sonra Azeri, Hüseyin, isimli bir arkadaşın cafesinde mola verdiğimde sormuştum o tepelerdeki terasları ve insanları, Şamanlar dediğinde şaşırmış ve etkilenmiştim. Hikayeler anlatmaya başlamıştı, mekanları kötü ruhlardan korumak için, daha çok ruhsal rahatsızlıkları olan insanları iyileştirmek için, şans için şamanlardan mekanı kutsamaları yada tütsülemeleri buna benzer yardım istiyorlarmış. Kendi cafesini ilk açtığında bölgenin ünlü şamanlarındana birini davet etmiş ve yukarı katlarda bir odada dua ettiğinden emin olduğu şamanla bahçede karşılaşınca küçük dilini yuttuğunu anlattı. Sonraki yolculuğunda gözlerim hep tepelerde ve etrafta şamanları aradı. Bir gece Biysk’te tutuğum evi geç kaldığım için ev sahibi başkasına verince pis bir otel odasında kalmıştım, yatak ve yastık kokuyordu ve kendi havlumu üstüne sererek nispeten kokuyu engelleyerek uyumuştum. Çok yorgundum. Gece tuhaf bir rüya gördüm, rüya diyorum çünkü böyle tarif edebiliyorum. Bulunduğum odada tuhaf bir ses duyuyordum, güçlü, sert bir ses kızarak bana bağırıyordu, “neden geldin buraya” yada “neden döndün gibi” ve beni boynumdan yakalamış ve felç etmişti, kafamı çevirip sesin sahibini göremiyordum ancak içimden bir ses karşı koymamı ve direnmemi söylüyordu. Ses çıkaramıyordum, kafamı çeviremiyordum ama vücudumla zorluyordum dönebilmek için ve direniyordum. Ertesi sabah çok güzel bir güne uyandım, günlerdir soğuk yağmur yerini ışıl ışıl bir güne bırakmış ılık bir havada Altay dağlarında, vadilerinde, geçitlerinde, ırmakların üstünden köprüler geçerek yaklaşık 300-400 km çok zevkli bir sürüş olmuştu. Aktash (Aktaş) o günkü son durağımdı ve Rusya daki en uzak nokta, ertesi gün Ulagan, Balık T’yul, Kat’l yarık, gezip bir sonraki gün dönüşe geçecektim. Aktask’ta çok güzel bir uyku uyudum, bir önceki gün ve geceden sonra ilaç gibi geldi. Ertesi sabah 5-6 arası uyanıp, kendimce anlamlar yüklediğim o Pazırık ziyaretini gerçekleştirip artık dönecektim. Atalarımın topraklarında , onların at koşturdukları vadilerde motor sürecek, onların içtiği sulardan içecek, kendi gözlerimle onların manzaralarını görecek ve o havayı soluyacaktım. Gezinin ayrıntılarında yolculuk menüsünde Altaylar başlığı altında bulabilirsiniz ancak o güzelliğin bir anında nedeni bilinmeyen bir şekilde motor altımdan kaydı ve ayağımın üzerinde düşerek ayağımı kırdı. Aylar sonra videoları karıştırırken olaydan bir kaç dakika önce şarjı biten ve kapanan gopro’nun kendiliğinden açılmış ve düşme anını kaydetmiş olduğunu görmek beni sarstı. O videonun çok yavaşlatılmış halini aşağıda izleyebilirsiniz, bu sadece düşme anının yavaşlatılmış hali, düşme anı sonrasında bir iki dakika daha kayıt var. Dikkat ederseniz henüz vücudum yerle temas etmemiş. Kamera ayna kolunda bağlıydı, şarjı bitmiş kamera biraz beklerseniz bir kaç saniyelik çekecek kadar şarj biriktirir ama bir kaç dakika değil. Kopan ayna kolundaki kameranın fiziksel etkiyle çalışmaya başlaması mümkün değil, çünkü gopro session 5 kamera tek tuşludur tuş gömülüdür, içine kuvvet uygulamak gerekir ve tuşa bastıktan en az 3-5 sn sonra kayda başlar. Özetle bu kaydı normal bulmuyorum, bana göre sadece fiziksel bir açıklama yetmez. 27 Ocak 2019’da kazadan yaklaşık 6 ay sonra Youtube kanalımda bu videoyu paylaşmışım ve altına aşağıdaki notu düşmüşüm.



Motorsikletimle yaptığım yolculukların bende evrildiği o tinsel deneyim arayışı, mekan, insan ve doğa ile etkileşim duygusu, Orta Asya kadim kültüründeki Göktanrı ve Şamanizm inancında her şeyin bir ruhu vardır, yeryüzünde her bir ruh birbirine bağlıdır fikri, bu inanma biçimine duyduğum merak ve tüm bu deneyimler sonucu gezilerimi Şaman Yolculuğu, Shaman Ride şeklinde isimlendirmeye karar verdim. Elbette ki kendimi bir şaman olarak isimlendirmiyorum, ancak bu ruh ve duyguyu yolculuklarımda, kişisel yaşamımda, ilişkilerimde hissediyorum.



Ufka Dair


Kaldırımla asfaltın birleştiği çizgide

Elleriyle yüreğinin içinde gizlediği korkuları

Soluk soluğa koşarken gördüm ilk


Her hücresinde rengarenk duyguları

Dünyayı sürüklerken  peşinde

Gözleri hep ufkun ötesine bakardı.


Sanki son durağı olmayan bir seyahatin

çaresizliğine gizlenmiş 

derin bir hüzün gözlerinde, koşardı.


O şehrin delisiydi

Zararsızdı, her lambada dursa da

Tek kusuru ters istikamette gitmesiydi 


Yüreğinin peronunda biletsiz

Planlı çıkılmayan, sonu bilinmeyen

delicesine bir yolculuğu sevmişti.


O şehrin delisiydi

Sıradan kalabalıktan biri olmaktansa 

Belli ki deliliği seçmişti.


İsmet Şahin 

YOL, YOLCU VE YOLDAŞ duygusunu biraz yaşamak için kendinizi 9500 km uzakta hayal edin, bilinmeyen bir coğrafya ve kültür, aşina olmadığınız bir yolda.  Kulaklığınızda sevdiğiniz bir melodi çalarken motorun homurtusu ve asfaltın uğultusunu dinleyin. 


Aşağıdaki müziklerden birini ve videoyu birlikte çalıştırın ses düzeylerini ayarlayın motorun sesi daha çok çıksın ve motoru Altaylarda kullananın siz olduğunuzu hayal edin. 

BRMC’nin Devil’i waiting

Shaman 1

Shaman 2 (ileri sarabilirsiniz)

Çanakkale Ton Tv’de Motorsiklet Evrimi programında Tanser KATKAR ile  motorsikletle seyahat ve gezilerim konulu bir sohbet programına katıldım. 2 Bölüm halinde yayınlanan program aşağıdadır.

Kocaeli Üniversitesi,  Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü 41380  İzmit/Kocaeli/Türkiye

ismetsahin@gmail.com