İsmet ŞAHİN  

ENGLISH

Facebook’ta şu notu paylaşmışım. “23 ülke, 15000km, bir aydan fazla zaman, iki motor ve iki orta yaşlı adam. Üst Avrupa Turu. Şu sözü çok severim "die with memories, not with dreams". Hayatım boyunca hayal ettim. Geçen yıl teşebbüs ettim ama darbe nedeniyle Viyana’dan dönmek zorunda kaldım. Kızım da gelecekti İtalya’ya ama gelemedi. Olsun, yeni bir rota ve yeni bir heyecanla yarın yola çıkıyorum. Bulgaristan, Romanya, Moldova, Belarus, Litvanya, Latviya, Rusya, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, Lükemburg, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Kosova, Makedonya, Yunanistan ve yurdumuz Türkiye. Gezeceğim, göreceğim, tanışacağım, yiyeceğim ve bir sürü yeni hikaye ve insan biriktirmiş şekilde dönceğim.” 

Bir sonraki gün planımız Transalpina geçişini yapıp Sibiu’da kalmaktı. Sabah erken uyandık ve yola çıktık. Transalpina beklentilerimiz çok yüksekti. Kıvrım kıvrım yollar, dağ, manzara, ayılar, doğa. Büyük beklentiler hayal kırıklığı yaratabiliyor, ilk izlenimimiz hiç beklediğimiz gibi değildi. Ancak Sibiu çok etkileyiciydi. Ortaçağdan kalma bir Avrupa kasabası ile karşılaştık. Sibiu’da Hostel Pangea’da rezervasyon yaptırmıştık. Hostel tam şehir merkezindeydi ve kolayca bulduk. 

Hedef  kara kıtasının en kuzey ucu Nordkapp, Norveç. Gidiş dönüş  15000 km 23 ülke 38 gün. Büyük heyecan. Erhan Metin’le birlikte. Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna, (Belarus * vize nedeniyle almadı, Rusyaya gidemedik, rotayı değiştirdik) Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, Lükemburg, Çekya, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Makedonya, Kosova, Yunanistan ve Türkiye.  Büyük hazırlık, büyük planlar, büyük heyecan ve  13 Temmuz 2017’de yola çıktık.

Kaskın içinde rahat olsun diye saçımı 3 numara kestirdim. 38 gün için 30 iç çamaşırı, 30 tişört, yazlık kışlık motor takımları  ve ıvır zıvır dünya kadar eşya almıştım. yarısını ütülü bir şekilde geri getirdim :) 

İlk durak Edirne oldu. Orada bir gece konakladıktan sonra sabah erken saatte Hamzabeyli sınır kapısından Bulgaristan’a girdik ve doğrudan Shumen’e kadar sürdük. Orada gezmek istediğimiz bir anıt vardı. Öğlene doğru Shumen’e varmıştık.


Bir saat kadar anıtı gezdik, orada bir grup insanla karşılaştık, aralarındaTürkçe konuşuyorlardı, ama Bulgar Türk’ü olduklarını düşünüyorum. Bizim Türk olduğumuzu anladılar ama fazla yüz vermediler. 


Sonra yola devam ettik ve akşam saatlerinde Romanya Bükreş’te tuttuğumuz eve yerleştik. O akşam çok yorgunduk yaklaşık 850 km yol yapmış ve sabah çok erken kalkmıştık. Bir şeyler atıştırdıktan sonra uyumuşuz. Bir sonraki gün Bükreş’i gezdik ve akşamda “old town” da yemek yedik ve eğlenen insanları izledik.

Motorlarımızı park ettik ve eşyalarımızı odaya çıkarıp giriş işlemlerimizi tamamladık. Çok acıkmıştık ve yemek için uygun bir yer sormak için Hostel çalışanlarından yardım istedik. Dorina, hostelin sahibi, bize yardımcı oldu. Hemen hostelin yan tarafı tam şehrin merkeziydi ve bir çok hoş cafe vardı. Sonra otelin cafesinde bir şeyler içebileceğimizi de belirtti. Dorina’nın eşi sanatçıydı ve hostelin her tarafı onun çalışmalarıyla süslenmiş, hoş bir ambians oluşturmuştu. Kafede yemek yerken boş masa olmadığı için yanımıza bir orta yaşın üstünde kadın ve yanında 7-8 yaşında bir kız oturmak istediler. Onları davet ettik, sohbet esnasında kadına kız çocuğu torununuz mu diye sorma gafleti gösterdik. Meğer kızıymış. Geç bir evlilik yapmış. Çok utandık ancak kadın çok başıma geliyor üzülmeyin dedi. Hoş sohbetin ardından kalktık ve otelin barına geçtik. Çok kalabalıktı, bir şeyler içmek için bir kenara geçtik oturduk. O arada otelin sahibi Dorina 7-8 kişilik bir arkadaş grubuyla sohbet ediyordu ve bizi görünce yanımıza geldi ve kendilerine katılmak isteyip istemeyeceğimizi sordu.  Bizim için hoş bir sosyalleşme fırsatıydı ve katıldık. Çok hoş sohbet ve eğlenceli bir akşam geçirdik. Wouter Janssen ve eşi, beni Paulo Coelho’ya benzettiler. Bende “Evet ben O’yum”  dedim. Bütün gece Paulo Coelho şakalarıyla geçti. Çok güzel insanlarla çok güzel bir akşamdı.

Transfagaraşan, daha keskin virajlar (HD izleyin daha güzel). İçimize Kont Drakulanın şeytanı kaçtı sanki, yarışır gibi basa basa çıktık tepeye. Oysa geze geze keyifle geçilebilirdi. Sanki Türkiye’den Romanyalılarla deplasmanda yarışmak için gelmişiz gibi bir şey oldu.

Bu da Transfagaraşanın canımıza okuduğu anlar. Öyle böyle ıslanmadık. Waterproof yazısının sadece yazı olarak kaldığı anlar yaşadık. Yağmadı şarladı transfagaraşan. Ayaklarımızdan kaskın içine kadar su girdi. Çok etkileyici bir deneyimdi. Burası Transfagarasan’dan iniş yolu. 


Transfagaraşan’dan Curtea De Argeş’e indik. Küçük bir kasaba hatırladığım kadarıyla ama büyük bir katedrali vardı. Islanmadık hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Üstümüzü değiştirmek için bir petrolde durduk, rica ettik boş bir mekanda üstümüze kuru şeyler giydik. Burada Atti Veri ile tanıştık. Atti bir Alman ve motoruyla seyahat ediyor. Facebook’ta ekledim kendisini ve takip ediyorum ve fırsat buldukça yeni yerler görmeye çalışıyor.

Wouter ve eşi Adina Sibiu’da bir başka hosteli işletiyorlar. Adı Janssen Bed and Breakfast. Sibiu’ya giderseniz bu iki yerden birinde kalabilirsiniz ve mutlaka sevgilerimi söyleyiniz. Sibiu’dan sonra Transfagaraşan geçişi için sabah erken yola çıktık. Çok eğlenceli ve çok güzel bir yolculuktu başlangıçta. Hava parçalı bulutlu, ılık ve durgundu. Dağa yaklaşırken ve eteklerinde manzara da ayrı güzeldi. Asfaltta tam motorsikletlik! Manzaranın güzelliği için yandaki videoyu izleyin.

Erhan’la Transfagaraşan değerlendirmesi sağda. Erhan son noktayı koydu  “Buraya gelmeyen motorsiklet kullanıyorum demesinnn”

Transfagaraşan Yumuşak viraj geçişleri.

Aynı gün yola devam ettik ve Braşov’a ulaştık. Kuzey Romanya sanki ortaçağdan bu yana hiç değişmemiş gibi, binalar sokakların antik görüntüsü insanı etkiliyor. Braşov’a yaklaşırken Bran Kalesinin yanından geçtik. Bildiğiniz Kazıklı Voyvoda ya da diğer bilindik adıyla Kont Drakula’nın mekanı. Ama içeri girmedik, ne olur ne olmaz diye :) Braşov’da sadece bir gece kaldık. Ertesi sabah Moldova Kişinev için yola çıktık. Braşov’dan Kişinev’e genelde ara yollardan gittik. Bizim tercihimiz değildi. Navigasyon kısa olduğu için o yolu önermişti. Uzun ama manzaralı, köylerden, kasabalardan geçen genelde hız yapamadığımız, bozuk bir yoldu ve Kişineve ulaşmamız oldukça uzun sürdü.

Bir sonraki durak Kiev’di. Kişinevden Kieve hareket ettik. Ukrayna gümrüğü çok sıkıntılı geçti. 3-4 kez çantalarımız açıp kapattırdılar. Beklettiler. Sonra bir form doldurmamız istendi ama Rusça ve Ingilizce açıklamalar yok. Nasıl dolduracağız dedik, benden 50 euro Erhandan 30 euro doldurma parası istedilier. Neden dediğimizde onun motoru 2011, sizinki 2016 model olduğu için dediler. Bu açıkça rüşvetti ve motora göre rüşvet istiyorlardı. İsterseniz 300km ötede diğer gümrükte İngilizce formlar var diye de belirtttiler. Şaka gibiydi. Biraz direndik ama sonra mecbur ödedik. Gümrükten çıktık diye sevinirken 10km kadar boş bir yolda gittikten sonra yeniden bir kapı ve yeniden kontrol cidden bizi yordu ve üzdü.  Sonunda gümrükten çıktık ama öyle kötü bir yolda seyahat etmeye başladık ki anlatılmaz. Altı beton üstü asfalt ve çok eski bir yol. Asfalt her yerden delik deşik olmuş ve sürekli çukura düşüyoruz ve kaçma şansımız hiç yok ve tam 80 km böyle sürdü. Motorum parçalandı sanki her yerinden sesler geliyor. Bir ara yolu bıraktık kenardaki şoseden gitmeye başladık ancak sık sık su kanalları ile kesiliyor. Yan çanta yerinden koptu. Taşıma demirine geçen plastik aksam dibinden kırılmış. Onu iple bağladım. Tüm süspansiyondan sesler geliyor sanki ve yola devam. 80km sonunda bir otobana çıktık. Öyle moralimiz bozuldu ki nereye geldik biz diye düşünürken otobanda ilk petrolde durduk ve insanları ve medeniyeti görünce biraz rahatladık.


Kiev’e pazar günü akşam üstü ulaştık. Otele yerleştik ve ben internette motorsiklet tamircisi aramaya başladım. Süspansiyonları ve çantayı tamir ettirmek istiyorum. Çünkü daha 12000 km var önümüzde kat edilecek. Süspansiyon neyse de çantanın tamiri zor, ancak alüminyum kaynağı, ya da bir şekilde sabitlenmesi gerekir. Internette bir çok tamirci buldum ancak Only Metal Cycles isimli bir garaj ilgimi çekti çünkü custom motor yapıyorlardı. Bunlar yan çantamı yaparlar diye düşündüm ve facebook sayfaları üzerinden mesaj yazdım. Yarım saat sonra mesajla numarasını göndermiş ve arayın demiş. Telefon açtım çok düzgün İngilizce konuşan birisi çıktı. Durumu anlattım, pazartesi sabah gelin dedi. Çok sevindim. 

Curtea De Agreş'te büyük ve güzel bir katedral gördük ve ziyaret edelim istedik. Motoru girişine park ettim. Tam o anda bir düğün ekibi manastıra doğru yürürken önümden geçti. Bense motor kıyafetleri ve yağmurluk içinde tuhaf bir yabancı. Evlenecek çocukla göz göze geldiğimiz anda ciddi bir şekilde "Are you sure you want to do this. You still have time to think one more time. It may be too late if you get in" dedim. Afalladı, gözleri açıldı ilk anda sonra şaka yaptığımı düşünerek bir şeyler saçmaladı ama tam anlamadım. Peşlerinden bende yürüdüm, manastırın kapısında küçük bir merasimle içeri giriyorlardı, bende videoya kaydediyordum, o anda yine beni gördü baş parmağıyla işaret ederek içeri girdi. Bizde içeri girip şahitlik ettik nikahına ama şundan eminimki beni asla unutmayacak. Hatta eşiyle her sorun yaşadığında beni hatırlayacak. :)

Kişinev’de sadece bir akşam geçirdik, zaten geç geldiğimiz için çok gezme şansımız olmadı. Tek tük anılarımızdan biri bir kafede oturmuştuk ve kafedeki herkes çok güzeldi, diğeri de sticker pazarlığıydı. Kişinev merkezde bir pazarda bir kaç satıcı sticker satıyordu. Hatırladığımız kadarıyla 130 Moldavo parası tanesi 3 tane almak istediğim için 3’üne 300 Moldavo parası vermek istiyordum ve pazarlık ediyordum. Ama ne hikmetse hiç biri olur demedi, şaşırdım. Pazarlık sünnettir ama bunlar sünnetten anlamıyor diye düşünürken bir satıcı yanıma geldi, çat pat İngilizceyle Antalya’ya gitmiş orada stickerin tanesi 1 euro imiş, burada 3’ü bir euro değil sen hala pazarlık ediyorsun dedi. Şaşırdım sonra Moldavo parasının Tl karşında daha düşük olduğunu öğrendim. Meğerse 3-5 kuruş için o kadar uğraşıyormuşum. Utandım. 


Motorumun yağ değişimi gelmişti, Tornio’da bir Yamaha servisi buldum. İşçilik 70Euro. Sadece yağ değişimi. 15 dakika sürmedi. Üşenmemek lazım. Kendin değişeceksin. Ertesi gün biraz zor uyandık. Çünkü biyolojik saatimizin düzeni bozuldu. Hedef Norveç ve Nordkapp. Plan hedefimizi başarmış olacağız ve dönüşe geçeceğiz farklı bir rotadan. 

Döndüğümüzde henüz çanta bitmemişti ama üzerinde çalışıyordu. Alüminyum parçalar kesmiş ve kırılan parçanın yerine uygun parçaları kaynatıyordu. Bu arada arkadaşlarıda gelmişti, orada Alex Kalash ve Oleg Lavrov’la da tanıştık.

Tamir bitti ayrılacağız. Mutluyum, ne ücret talep etse ödeyeceğim. Sordum, ne kadar ödemem lazım. Bir ücret ödemek zorunda değilsin ama ödemek istersen canın ne isterse ver dedi. Şaşırdım. Olur mu mutlaka ödemeliyim ve sen söyle ne kadar ödemeliyim diye ısrar ettim. Tekrar etti, yaptığım işin standart bir ücreti yok sonuçta, sen seyahat ediyorsun, ödemek istemezsen ödeme dedi. Hayır ödeyeceğim dedim. 50-70 euro ödeyebilirsin dedi ve ben 70 euro ödedim. Öyle etkilendim ki, “bir şey ödemek zorunda değilsin” cümlesinden. 

Bir sonraki yıl Kiev’e yeniden gittim, yanıma hediyelerde aldım onun hoşlanacağı türden. Yerinde yoktu ama eşine bıraktım. İyi insanlar dünyanın her yerinde, hele de motorsiklet tutkunu biriyse karşılıklı anlayış bambaşka oluyor. Kiev’e yolunuz düşerse, motorunuzda bir sorun varsa Only Metal Cycles unutmayın. 

Belarus gümrüğünden Polonya’ya geçmek biraz uzun sürdü üstelik yolda yağmur başladı ve Polonya gümrüğünde uzun bir kuyrukta beklemek durumunda kaldık. Lublin’de çok kalamadık, gece geç otele geldik ve sabah Litvanya’ya hareket ettik, bu arada yolda Lublin Üniversitesinin bir bölümü ile karşılaşınca resim çektik. 

Polonya’dan Litvanya’yı transit geçerek Letonya Riga’ya doğru yolculuk ettik. Bu arada Kuzeye doğru gidiyoruz, bundan eminiz ama güneş hep önümüzde. Birde geceler gittikçe kısalırken günler uzuyor. Kaç paralel yukarı çıktık acaba merak ediyorum. Bir tuhaflık var ve gittikçe hava da soğuyor. 

1,5 saatlik feribot yolculuğunun ardından Finlandiya Helsinki’ye geldik. Feribot limana yanaşırken manzara sağda görülebilir.


Her şey pahalı olduğu için akşam yemeği için hazır pizza alalım evde pişirir yeriz diye düşündük ama biraz sert oldu nedense. Erhan’ın pizza yorumu  “Mutfakta kesme tahtası var kavak ağacından yapmışlar biran bizim pizzadan daha esnek olduğunu farkettim” oldu. 


Tornio’ya akşam saat 9-10 arası vardık, apaydınlık her yer. Saat 10.30’da sokağa çıktık, her yer kapalı ve sokaklar bomboş. İn cin top oynuyor oysa sanki gün gibi ortalık. Hatta gece saat 2’de uyandım sokağa baktım. Hala aydınlık hiç kararmıyor gibi hava. 

Riga’dan Talin Estonya’ya geçmek çok sürmedi. Hoş bir otele yerleştik ve biraz şehri dolaştık. Artık Avrupa kültürünün hakim olduğu yerler sıradan gelmeye başlıyor. Hep bir “old town” var ve genelde eğlence merkezleri orada toplanmış. Büyük bir katedral. Kiliseler. Tarihi barlar. Benzer yiyecekler. 


Bir sonraki gün bilet almak için limana gittik. Bilet satış gişeleri düzenli değil, sadece belirli saatlerde açılıyor. Biz gittiğimizde kapalıydı. Zaten ortalıkta sakindi. Sadece bir kişi güvenlik görevlisi ile tartışıyordu. Güvenlik görevlisine ne zaman açılır diye soracağız ama tartışma bitmiyor. Bekliyoruz, bu arada Erhan’la konuşuyoruz. Bir az sonra güvenlik görevlisi ile tartışan adam yanımıza geldi, elinde bira şişesi. Siz Türk müsünüz? hem de Türkçe, şaşırdık. Evet, sende Türksün! Evet. Neden tartışıyorsun 1 dk ile vapuru kaçırmış. Kapı kapanmış, güvenlik görevlisine aç diyormuş, oda açamam diyormuş. Ancak gemi gitmiş. Yarın gidersin dedik. Bir sürü para otel dedi. Burada her şey pahalı. Gözaltına alsınlar istiyorum dedi. Karakolda yatak bedava, üstelik buradan alıyorlar ve tekrar sabah buraya getirip bırakıyorlar. Yemek bedava. Gözlerimiz açıldı şaşkınlıktan. Tutuklanmaya çalışıyor masraf olmasın diye! Bir müddet sonrada gerçekten polis geldi, tutukladı ve götürdü, Polis otosuna binerken bize el sallıyordu, gülerek :)


Ertesi gün feribota bindik, hava güzeldi ve en üst güverteye çıkıp seyahatin tadını çıkardık. Feribotla seyahate başladık ve Talin’den uzaklaşırken, arkada bıraktığı dalgaları izlerken yavaş yavaş karadan ve arkada bıraktıklarımızdan uzaklaşmak farklı duygular yaşattı. 

Sabah erkenden gittim. Pazar akşam üstü Kieve gelmiştik ve yanımızda euro dolar var ama Ukrayna parası yok. Only Metal Cycles’ı zor buldum, çünkü navigasyon bir fabrikanın bahçesine getiriyor. Burası olamaz diyorum, dönüp dolaşıyorum nafile. Kimse İnglizce konuşmuyor, tekrar telefon açtım. Fabrikayı tarif ettim, tamam  bekleyin dediler, fabrikanın arkasından birileri geldi beni aldı. Meğer dükkanları fabrikanın arkasında bir yerdeymiş.  Yuri ile tanıştık. Çok sıcak kanlı, saçı tepeden uzamış ve kuyruk yapmış, tam metal bir kişilik. Çok sempatik, iyi İngilizce konuşuyor, durumu anlattım. Motora bindi biraz dolaştı geldi. Ön çatal ortasında bir vida gevşemiş dedi ve 15 dk sonra tamir bitmişti. İnanamadım Tüm o sesleri gevşemiş bir vida çıkarıyormuş. Çantayı da yaparım ama uzun sürer dedi, kırılan plastik parçanın alüminyumdan aynısını yapacağım. Sen motoru al git gez akşam gel çantayı al dedi. Öyle mutlu oldumki tüm sorunlarım çözülüyordu. Tamam dedim ama sabah daha saat 9.30 değil. Acelem yok dedim zaten mekan çok orijinal oturdum. Dışarı çıktım çok açım bir şeyler alıp yiyeyim içeyim istiyorum. Maalesef çevredeki marketlerde kredi kartı geçmiyor, euro dolar almıyorlar. Bankaya gidip bozdurun diyorlar yakında banka yok. Geri döndüm. Yuri sordu nereye gittin diye, anlattım. Gel dedi birlikte gittik marketten bana poğaça ve dışardaki seyyar satıcıdan kahve aldı. Motorum yapılıyor, karnım doyuyor, üstüne kahve içiyorum çok mutluyum. Saat biraz ilerledi ve ben otele döndüm, Erhan’ı uyandırdım. Birlikte gezdik dolaştık biraz. Bu arada akşam Kiev’de Depeche Mode konseri varmış bilet aldık ve akşamüstü Yuri’nin yanına geri döndük. 


Konser çok güzeldi. İnsanlar özgür, kimse kimseyle ilgilenmiyor, sadece eğleniyorlar. Coştular. Ben daha önce Depeche Mode dinlememiştim ama performansları çok hoşuma gitti. 

Kievden sonra rotamız Beyaz Rusya, sabah uyandık hazırlandık ve yola çıktık. Bir kaç saatlik yolculuktan sonra sınıra ulaştık. Erhan’la evrakları teslim ettik. Beklemeye başladık. Pasaport kontrolünden sonra gümrük işlemlerine geçmeyi bekliyorduk. Az sonra memur döndü, bana pasaportumu verdi ve siz devam edebilirsiniz dedi. Erhana ise siz giriş yapamazsınız çünkü vizeniz yok dedi. Ne vizesi ben American vatandaşıyım diye itiraz etti Erhan, ben de beklemiyordum. Amerikan vatandaşı olduğu için vize isteyeceklerini düşünmemiştim. Benim ise yeşil pasaportum var. Şaşırdık. Biraz rica ettik ama nafile. Sonunda gidip Kiev’den vize alabilirsiniz dedi ama en az bir iki gün sürer. Bunun üzerine rotamızı değiştirip. Beyaz Rusya etrafından dönmeye ve Polonya ve Litvanya üzerinden bir sonraki durağımız Letonya Riga’ya geçmeye karar verdik. Daha sonra Rusya’ya da giremeyeceğimizi fark ettik. Rusya her ikimizden de vize istiyordu. Bunun üzerine Estonya Talin üzerinden feribotla Helsinki Finlandiya şeklinde rotamızı yeniden güncelledik.

Tabi Erhana takılma fırsatını da değerlendirdim. Amerikan vatandaşlığı her yerde işe yaramıyordu. Benim yeşil pasaportum, Büyük Milllet Büyük Devlet. Reddedilmiş Amerikan vatandaşı sol tarafta görülebilir.


Riga çok güzel bir şehir, rengarenk. Sivri kuleler ayrı bir güzellik katıyor.  Rusyadan ayrılan ülkeler arasında en güzel olanı nedense. Diğerleri bu kadar renkli ve estetik kalamamış. Tabi bu durumun sebebi Ruslardan çok yerel kültür ve şartlar olsa gerek.


 Çocuk her yerde çocuk, ırk din dil ayırt etmez onlar. Geleneksel çocuk yetiştirme anlayışı ve içinde yaşanılan kültür ayrımcılığı öğretiyor.  

Helsinki’de ilk yemeğimizi bir pazar alanında yedik, pazarda bir stantta aldığımız tabak 60Tl’ye yakındı o zaman. Oldukça pahalıydı. İlk İskandinav gerçeği ile Helsinki’de karşılaştık. Her şey çok pahalı.  Bir ev kiralamıştık ve seçenekler çok pahalı olduğu için içlerinden en uygun evi tutmuştuk. Dikkat etmemişiz ev Helsinkinin 50km dışındaymış. 


İzmit’te Erhanla gezi hakkında sohbet ederken bana senin depo kaç litre diye sormuştu. Ben 19 litre deyince sanayiden 1 metre hortum al, yolda ne olur ne olmaz benzin biterse benim depodan aktarırız demişti. Kendi deposu 32 litreymiş! Gerek olmaz dedim, yaklaşık 300-350 km gidiyorum bir depoyla mutlaka petrol olur o mesafede dedim, güldük geçtik. Helsinki’de dolaştıktan sonra akşam kalacağımız eve giderken çevre yolunda bir ara Erhan arkada kayboldu. Biraz yavaşladım yetişsin diye, bir müddet sonra baktım yok, durdum yolun solunda. Allah allah yok, geri döndeceğim ama ters yol. Derken ufukta gözüktü ama motoru ite ite geliyor. Şaşırdım. Bekledim mecburen motor bozuldu diye düşünüyorum. Hayırdır dedim. Benzin bitti deyince beni bir gülme aldı. Hortumun var mı diye sordum. Güldük birlikte. Benzini bitmiş. :) Bmw iki silindiriciğine rağmen benzini yakmıyor içiyor haberi yok. Soldaki foto benzini bitmiş bir garip Bmw’ciyi gösteriyor. Çok eğlendim teker yaktım, etrafında tur attım. Bir litrelik bir termosu vardı Erhanın, onunla biraz ileride bir kasabadan benzin alıp yola devam ettik.

Erhan’ın kamerasından farklı kesitler. Yol yol yol. Sabah aksam, gündüz akşam. Kuzeye doğru giderken. Helsinkiden sonra doğrudan Nordkapp hedefimiz ancak 1500km ötede olduğu için Tornio’da bir gece yatacağız. yaklaşık 750 km yapacağız ve ertesi gün akşam Nordkapp’e ulaşmak istiyoruz.


Tornio’ya doğru giderken yolda ilginç bir açık hava müzesi ile kaşılaştık. Eski bir çan yapım atölyesi müzeye dönüştürülmüş. Yüzlerce irili ufaklı çan sergileniyor.

Finlandiyadan Norveçe giderken uzun bir müddet İsveç sınırına paralel yol aldık. Aralarında gümrük vs gibi kapı yok. Finlandiya İsveç sınırı olan bir köprüde tam sınır noktasında soldaki videoyu kaydettik. 

Ayrıca doğa muhteşem, anlatılır gibi değil, her yer göl, binlerce göl, yemyeşil doğa ve dümdüz. Sivrisinekleri unutmamak lazım. İnanılmaz çok neredeyse cm2 ye 1000 sivri düşüyor. Nefes alsanız ağzınıza giriyor.  Ve Norveç sınırı aşağıda. 

Öyle güzel yerlerden geçiyoruz ki tam bir doğa harikası. İnsan etkileniyor yeşilden  ve suyun muhteşem renginden. Sanki bir masal coğrafyası ancak sivrisinek yoğunluğu çok arttı. Durup nefes bile alamıyoruz. Abartmıyorum durduğumuz anda her yerimize doluyorlar, burnumuz, kulağımız,  ağzımız. Ben hiç haz etmem sivrisineklerden. Kaskımı çıkarmıyorum, yinede içine giriyorlar. Oysa hava çok soğuk. Hiç beklemem bu soğukta bu kadar sinek.

Sonunda Nordkapp’e 15 km kala ayarladığımız kamp alanına ulaştık. Ancak çok ıslandık ve çok üşüdük. Facebookta “Geldik ama yok böyle bir donmak, böyle bir sis. Erhan çözülsün diye mikrodalgaya koydum 200 derece 4 dk. Neyseki bendeki elbise Akito.  Hava 9-10 derece ama sisle +4, motorla -4” oluyor yorumunu paylaşmışım. 


Çok yorulduk dememe gerek yok. Neredeyse 15-20 gündür yoldayız. Son 2 gün ise hep yoldayız. Sadece konaklayacağımız yerde uyuyoruz. Hava çok soğuk ve yağışlı. Sis çok yoğun göz gözü görmüyor ayrıca.  Ertesi sabah Nordkapp’e gitmek istiyoruz ancak sis var gitmeyin hiç birşey göremezsiniz dediler. Hava durumunu kontrole edin dediler ancak biz 2 gün ayırdık buraya bir şekilde gideceğiz. Dua ediyoruz hava açsın ve sis gitsin diye. Skarswag altta.

Burası yaz aylarında bir müddet güneşin batmadığı yer. Güneş ufka kadar inip tekrar yükseliyor, doğal olarak kış aylarında da bir müddet doğmuyordur. Özetle bize göre değil. :)

1 litre benzin 2.2 euro yani 16.5 kron. Yunan salatasını ben, somonu Erhan hazirladi. Somon ucuz burada. Yunan salatası böyle iri iri doğra bırak. Birde zeytinyağı ve peynirimiz olsa tam olacak. Baktık sis kalmayacak Nordkapp’e gitmeye karar verdik. 

Bu arada kaldığımız kamp burası ve geceliği 500Tl. Sadece yatak var. Kahvaltı yemek vs yok. Skarswag’dayız ve markete gidip bir şeyler alalım istedik ancak inanılmaz pahalı. Sorun para değil insan kazıklandığını düşünüyor. Ekmek 15 tl mesela. Somon balığı daha ucuz. Bizde Somon balığı aldık yanına yunan salatası yaptık. 

Noveç’ten ayrılırken duygularım bunlar. “Bu Norveç’in bize yapttığını Çorumlu yapmaz. Gün yüzü göstermedi, üstümüz kurumadı, karnımız doymadi, ne ufukta batmayan güneşi gorduk ne kuzey ışıklarının kırıntısını. SEN KAYBETTİN NORVEÇ, BIR DAHA DA GELMEM. 

Ertesi gün İsveç’e doğru yola çıktık ancak tam sınırda bir kamp alanında kalma planımız vardı. Özelikle Norveç’te yol kenarındaki her geyik çıkabilir tabelasından sonra mutlaka ren geyikleriyle karşılaştık. Yanlış yazmışlar bir ihtimal değil kesin çıkıyor. “Geyik Çıkar” yazmaları gerekir. Nordkapp’ten duygulu bir şekilde ayrıldıktan hemen sonra manzara seyrederek seyahat ediyorum, Erhan’da 100-150 metre önümde. Bir anda baktım Erhan’a arkadan çarpıyorum. Frene asıldım ama arka çantasına çarpmaktan ve düşmekten kurtulamadım. Bir ren geyiği sürüsü aniden yola fırlamış, Erhan ani fren yapmış ama ben farketmekte gecikmişim. Bende ciddi bir şey olmadı ama sis farı yere değince bağlı olduğu far demirini kasmış ve oda far arkasındaki plastik kaplamayı çatlatmış. Yan grenajın biri ezilmiş. Erhan ‘ın yan çantası ezilmiş ve kenarlardan çatlamış.  Mecburen toparladık bantaladık ve yola devam ettik. 

Otelde sabah Roberto Shelana ile karşılaştık kendisi Türk. Otelde çalışıyor ve bizimle ilgilendi. Otellerde  rezervasyon esnasında kredi kartı bilgilerimizi veriyoruz . Otomatik tahsil ediyor, otele geldiğimizde resepsiyon da kimse olmuyor. Bizim için bırakılmış bir zarf içerisinde anahtarları ve faturayı alıyoruz. Kendi kendimize kalıyor ve çıkıp gidiyoruz. Self service hotel sistemi. 

Bir sonraki gün Stockholm’e doğru yola çıktık. Kaçıncı gün saymadım 700- 750 km gidiyoruz her gün. Yorulduk. Dinlenmeliyiz. Yarın Stockholm’de yürüyerek dolasacağız. Sanırım burada aksam oluyor yani hava kararıyor rahat bir uyku uyuruz. Sonra Kopenhag, Danimarka. Gençler Stockholm merkezde boş bir alanda farklı etkinlikler içerisinde. İlginçti.  Stockholm’de karşıda bir adada, çok güzel bir lünapark var. Abba müzesini gezdik aynı yerde.


O kadar çok ren geyiği çıktı ki karşımıza! Tek, sürü, genci ve  yaşlısı. Biz onlara "ne işiniz var yolda" der gibi bakarken onlar bize "asıl siz ne ayaksınız " der gibi bakıyorlar. Tünelleride korku tüneli gibi. Norveç fyordlar arasında dağlardan geçirmek yerine bir çok tünel inşa etmiş. En uzun geçtğimiz 7 km civarındaydı. Ancak bazıları çok bakımsız. Korku tüneli gibiydi. Taşlar delinmiş beton kaplanmamış yer yer su damlıyor kimisi zifiri karanlık.

Norveç Alta’da Erhanla birbirimizi kaybettik. Erhan’ın telefonu kapalı birbirimize ulaşamıyoruz. Bekledim bekledim yok. Tekrar geldiğimiz rotaya döndüm yok. Bayağı endişelendim. Sonunda kamp alanını biliyor, navigasyonla bulur diye yola devam ettim. Gümrük değil ama sınırda bir polis noktası var, orada durdum. Polislere sordum. Bir motorcu geçti mi diye. Kesin bir dille geçmediğini ifade ettiler. Endişeleniyorum dedim, hastaneleri araştırabilir miyiz bir kaza kaydı var mı? Alta’da hastaneyi ve polis merkezini aradılar kaza kaydı yok. Sevindim en azından kaza yok. Geçerse lütfen kamp alanına gittiğimi söyleyin dedim ve kampı tarif ederek ayrıldım. Kamp alanına geldim. Kamp alanı yolun kenarında biliyorduk ama içeride bir yerde . Kampa gittim gerekli işlemleri yaptım, durumu kamp sahibine anlattım. Telefon açtı biraz önceki polis noktasına ve mutlu haber Erhan’ın oradan geçtiğini öğrendik. Tekrar yola çıktım ve karşıladım. Kamp alanına geldik, bir gölün kenarında, ağaçtan yapılmış barakalar. Çok güzel bir manzara. Sivrisinek sayısı korkunç. Dışarda duramıyoruz. Allahtan içeri girmiyorlar ilaç var herhalde. Erhan şortla gezdi 10 dk dışarıda bacaklarını yüzlerce sinek ısırmış. Yara bere içerisinde kaldı.

Ertesi gün İsveç, Umea’ya doğru yola çıktık. Hava güzel olunca seyahat daha da zevkli hale geliyor. Yolda bir dinlenme alanında durduk. Alkollü araç kullanmaya karşı düzenlenen bir etkinlik yapılıyordu. Söz veriyorsunuz alkollü araç kullanmayacağınıza size kurabiye ve kahve ikram ediyorlar. Bizde yeminin bini bir para. Kahveyi ve kurabiyeyi aldık. Hatta bir söz belgesi imzaladık. 

Erhan “Bedava kahveyi bulunca alkolün hayatımda olmadığını beyan ettim onlarda dergilerinde yayınlamak üzere fotoğrafımızı çektiler” yorumunu yazmış. Bu arada benzin 1,40 euro biraz rahatladık. Norveç’te 2.20 euro idi. Ayrıca otomatik pompalar ve her seferde 100euro provizyon alıp ayrıca aldığınız kadarını tahsil ediyor olması sorunu devam ediyor. Bizim banalar provizyonu hemen çözmüyor. İletişim sorunu var sanırım. Otomatik pompalar düzenli gün sonu almıyorlarmış bizim bankalarda gün sonu yapılmayınca provizyonu bozmuyor. Günde 5 kez benzin alınca ve bir hafta 10 gün bu devam edince 2000-3000 euro kredi kartında bloke kalıyor.  Seyahat devam. Umea’ya akşamüstü vardık. Eski ve çok ünlü bir hapishaneyi otele çevirmişler, orada kaldık. 

Muhteşem vadilerden, fiyordlardan geçiyoruz. Bazen ıssız, bazen trafikte seyahat ediyoruz. Köprülerden geçiyoruz, tünellerden, göl kenarlarından, nehirlere paralel gidiyoruz. Bazen yokuş bazen iniş. Bazen ıslanıyoruz bazen yanıyoruz. Petrollerde kahve ve krosan ya da donat. Otel, kamp, hostel ya da evlerde kalıyoruz. Bazen güzel lokantalarda, bazen marketten aldığımız abur cuburla karnımızı doyuruyoruz. Çok sayıda yeni insanla tanışıyoruz. Çok mekan, kasaba, şehir ve ülke görüyoruz. Yani macera devam eğleniyoruz. 9000-10000km oldu. 5000 daha var. 20 gün geçti bir 14-15 gün daha var. Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Çekoslavakya, Slovakya, Macaristan, Sırbistan, Makedonya, Kosova, Yunanistan ve eve dönüş önümüzdeki plan

Moldova’da sticker 130 kuruş biz 3 tanesini 300 kurusa ver diye ciddi ciddi pazarlık ediyorduk. Çok sayıda ülke ve para birimi kullanınca artık karıştırıyorsunuz. Sonra fark ettikki pazarlığın hepsi bir lira bile degil. Adam ise pazarlığımıza kızıyordu biz anlam veremesekte siz Turkiye şuna buna satıyorsunuz diye. Sen misin 3 kurusa pazarlık eden Allah cezamızı verdi. Finlandiya, Norveç, İsveç her birinde sticker 4 euro ve ağzımızı açıp bir sey diyemedik. Su 15 ekmek 20 tl. Dersimizi aldık. Bir daha Moldova, Ukrayna, Bulgar,  Makedon , Kosova, Sırp,  Macar  ve hatta Yunan kardeşlerimizle asla pazarlık yok.


Bir sonraki adım Danimarka, Kopenhag. İsveçi Danimarkaya bağlayan köprü "Oresund Köprüsü" denizin ortasında şaşkınlık verecek bir şekilde bitiyor ancak bittiği yere ulaştığınızda bir tünelle birleştiğini görüyorsunuz yani denizin yarısını köprüyle üstünden artan yarısını tünele altından geçiyorsunuz. Kopenhag girişi ve şehrin içinde kısa bir tur.

Bizim eşcinsel festivali hakkında bilgimiz yoktu. Hamburg’un görülmesi gereken mekanlarından birini görmeye gitmiştik. Motorları park ettik. Yürümeye başladık, aşırı kalabalık bir alana geldik. Girişte bir sahnede konser vardı, durduk dinlemeye başladık. Önümüzde iki orta yaşın üstünde kadın, bir anda birbirlerine dönüp öpüşmeye başladılar, çok şaşırdık. Rahatsız etmemek için uzaklaştık. O anda fark ettik ki etrafımızda herkes eşcinsel. Festival onlar için. Biz şaşkın bakışlar içinde farklı kostüm, tavır ve tarzdaki eşcinselleri izlerken herkesin çift çift dolaştığını gördüm. Partnerlarıyla dolaşıyorlardı. O anda birden farkettim ki biz de Erhanla üzerlerimizde motorsiklet kıyafetleriyle birlikte dolaşıyoruz. Erhana döndüm,  ayrı gezsek iyi olacak dedim :) Hamburg kendimize geldiğimiz yer oldu. Polonya’dan başlayan uzun yolculuk serisi burada tamamlandı. 10 günden fazla zaman hep 700-800km arası yol yaptık. Bundan sonra günlük mesafeler kısalacaktı. 

Amsterdam sonrası planımız Roterdam ve Belçika Brüksel’de kısa şehir turu  yaparak Luxemburg’da bir gece konaklamaktı. Oyle’de yaptık. Alltaki Rotterdam, soldaki Brüksel videolarımız.

Luksenburg küçük bir şehir devleti ancak ordusu bile var. Motorları park ettik otele yerleştik. Otel sahibi Türk çıktı, bize çay ikram etti. Mutlu olduk. Motordan eşyaları alayım diye gittim, başında iki kişi motorumu inceliyor. İki İngiliz Triumph’ı görünce hemşerilerini görmüş gibi motorla ilgileniyorlar. Tanıştık onlar chopper motorlarıyla İngiltere’den gelmişler. Rotamızı duyunca şaşırdılar. Biz İngiltere’den nerelere geldik diye gururlanıyorduk, sizin rotanızı duyunca bizim ki sönük kaldı dediler. Biz otele gittik yerleştik. Dinlendik. Çıktık Luksemburg’u gezdik. Her yerde olduğu gibi “old city” turu oldu. Otele döndük ve karşı kafede oturup bir şeyler içelim derken İngilizler’de oradaydı. Bizi davet ettiler. Çok hoş sohbet bir akşam geçirdik, şakalaşarak. İsimleri Dean ve Justin.


Ertesi gün Luksemburg’dan hareketle Almanya’ya tekrar girip Mannheim üzerinden Nürnberg’e ulaşmayı planlıyorduk. Yola çıktık. ve Mannheim’a ulaştığımızda şaşırdık kaldık. Mannheim merkezde tüm dükkanlar çevredeki tüm sokaklar ve oturan gezen insanlar Türk. Afalladık kaldık. Istanbul, Beyoğlu,  Taksimde bu kadar Türk yoktur. Hemen yurtdışına çıkmak icin terk ediyoruz burayı. Umarım yurtdışı çıkış harcı istemezler. Nürnberg’e geçtik ve hep ıslandık, çok ıslandık. Yağmur eksik olmuyor. Nürnberg’te geceyi geçirip ver elini Prag, Çekya. Prag’a geçerken yol çok güzeldi fakat yine yağmur yaptı yapacağını. Öyle alıştık ki yağmura, ağır yağmur, arabaların lastiklerinin havaya saçtığı su sisi, ve kamyonların sıçrattıkları yüksek hacimli sular olmadan motor kullanmanın zevki kalmıyor :P

Prag gerçekten görülmesi gereken en güzel şehirlerden birisi. Budapeşte, Riga, St.Petersburg özel şehirler. Tarihi dokuları korunmuş ve zengin kültürel özellikleriyle büyüleyici bir güzellik sergiliyorlar. Prag’da bir öğrencimle buluştuk Musa Bektaş, bizi gezdirdi. Kahve içtik birlikte.  Sohbet ettik. Fotoğrafçılıkla ilgileniyor aynı zamanda IT sektöründe çalışıyor.

Budapeste her zamanki zerafetiyle bizi karşıladı. Tüm estetiği, tarihi dokusu, kokusu, sanat eserleri, gece hayatı, zarif ve sıcak bir şehir . 

Bir öğrenci yurdunda kaldık 2 gece. Şehir merkezinde. Tam bir özgürlük. Akşam saatlerinde sarhoş ve ot içen öğrencilerle karşılaştık kapının önünde. İyi midir kötü müdür bir şey diyemedim ama herkesin kendi tercihi. Bir sonraki durağımız yine bilindik bir yer Belgrad, Sırbistan.

Sonraki durağımız Priştine, Kosova. Sırbıstan’dan bir dağ yolundan geldik ama bulmakta zorlandık çünkü Google Map’ hizmet vermiyor, ülke olarak tanımadığı için Amerika. Google Map’te bile siyaset görmek çok rahatsız ediciydi. İlk kez burada başka offline map ve navigasyon yüklemem gerektiğini hissettim. Allahtan çok güçlü bir içgüdüsel navigasyon sistemim var, onu kullanarak bulduk oteli. Priştine’de Erhan’ın kuzeni var, Memduh. Eski bir araba yarışı pilotu. Oğlunu da yetiştirmiş, oda yarışıyor. Bir garaj işletiyorlar, araba tamiri yanında kendi yarış arabalarını da geliştiriyorlar. Memduh akşam bizi yemeğe götürdü. Çok etkilendim Memduh’tan. Az bulunan insanlardan, dolu dolu. Hayatına ne deneyimler eklemiş, ne zaferler, ne mağlubiyetler, esaret, göç, uyumsuzluk, geri dönüş, mağduriyet ne ararsan var. Günlerce sohbet etmek isteyeceğim biri. Ama sadece bir kaç saat sohbet etme fırsatımız oldu. Umarım birgün daha uzun sohbet etme fırsatım olur. Ayrıca yemek çok lezzetliydi. Erhan’da eski memleketini ve eski evlerini ve akrabalarını gördü. Eminimki o daha çok etkilenmiştir. Ama benim için ayrı bir deneyimdi. Çok farklı kültürlerin bu kadar iç içe girdiği ve birlikte yaşandığı başka bir yer görmemiştim. Birbirleriyle evlenmişler, çocuklar yapmışlar, hem Türk isimleri vermişler hem Arnavut yada Boşnak isimleri çocuklarına. Sırplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Makedonlar, Kosovalılar hep birlikte yaşıyor. 

Prizren’de akşam yemeği için Erhan’ın kuzeni Kemal bizi evine davet etti. Eşi Suzi çok güzel yemekler yapmış, afiyetle yedik ama asıl güzel olan sohbet ve onları tanımaktı. Erhan’a gerçekten teşekkür etmem lazım, Kosova’ya gelmek istediği için, yoksa ben düşünmezdim. Bilemezdim benim için bu kadar öğretici ve güzel bir deneyim olacağını. Elbette sadece Kosova’ya gelmek değil aynı zamanda akrabalarıyla tanıştırdığı içinde teşekkür etmeliyim. Onlar sayesinde bu gezi bu kadar etkileyici oldu. Tarkan Şamdancı ile de orada tanıştık. İstanbul’dan akrabalarını ziyarete gelmiş. Ertesi gün herkesle vedalaşıp Üsküp’e doğru yola çıktık. 

Üsküpe ulaşmak için Koca Balkan dağını geçmemiz gerekiyordu. Zirve de Bekim ve Sait’le tanıştık. Milli park koruma memurları. Bize kahve ikram ettiler. Dağ inişi biraz çamurda real adventure yaptık.

Danimarka’dan Almanya’ya feribotla geçtik.  Bugün de yağmurdan nasibimizi bereketiyle aldık çok şükür. Islanmadığımız gün yok. Yakında pullar çıkacak vücudumuzda ve amfibik motorcular olarak devam edeceğiz seyahatimize :)

Sonunda Almanya’ya geldik. Eve geldik gibi hissediyorum. İskandinav ülkeleri bana göre değil. Ne tuhaf hiç olmazsa tarzları tavırları benziyor. Aşina hissediyoruz. Almanya hem eve yakin atlasak 2 gunde evdeyiz. Hamburg’ta çok güzel zaman geçirdik. Bir eşcinsel festivaline denk geldik, bizim için çok değişik bir durumdu. Hiç bu tür ve bu kadar kalabalık bir festival görmemiştim.

Bunun dışında Grossneumarkt caddesi ve civarı tam bir eğlence merkeziydi. Bir rock barda canlı müzik dinledik. Sokaklarda dolaştık. Biraz yolun ve yolculuğun yorgunluğunu ve stresini attık.

Hollanda, Amsterdam’da kanal turu yaptık. Red Light bölgesini gezdik. Her yer duman kokusu. Tüm kafelerde ot içiyorlar. Bizim için farklı bir deneyimdi. Genel olarak çok güzel deneyimler yaşadık. Red Light durumundan ben çok hoşlanmadım. Bana göre rahatsız edici bir yanı da var. Ancak her türlü özgürlük fikri burada hayat buluyor. Değişik müzeler gezdik. Aşağıdaki video Amsterdam’da motorla gezi videomuz. 

Yol, Yolcu ve Yoldaş Koreografisi. Bir de kızıl bir ufka doğru sürülüyorsa, muhteşem oluyor. Prag’a giderken kamerayı arkaya çevirdim. 10bin km’den fazladır birlikte sürüyoruz. Artık birbirimizin sürüş tarzını tanıdık. Nerede nasıl davranır biliyoruz. Ayrıca her şeyi birlikte yaşadık. Üşüdük, ıslandık, yorulduk, eğlendik, stres yaptık ya da sevindik. Yolculuk tek başına da güzel ama özellikle iyi anlaşabileceğiniz bir arkadaşla daha da güzel olabilir. Aslında mükemmel anlaşabilmek diye bir şey yok, kardeşiniz olsa bile sorun olabilir. Derler ya “bir insanı tanımak istersen, onunla yola çık” gerçekten doğru. Önemli olan uyum sağlayabilme, karşılıklı hoşgörü ve saygı. Bunlar olduktan sonra yolculuk daha değerli hale geliyor. Biz Erhan’la başardık bunu. Biraz geç uyanması dışında hiç sorunumuz olmadı :)

Prag sonrası durağımız Slovakya’da Bratislavaydı. Yakın zaten çok zaman almadı varmak. Ancak sanırım Prag’ın etkisinde kaldığımız için Bratislava biraz sönük geldi. Dolaştık şehri. Yemek yedik, fotograf çektirdik. Motorlarımızın en güzel fotograflarını burada çektik. Gece konakladık ve sonra ver elini Budapeşte. Benim ikinci Budapeşte ziyaretim olacaktı motorsikletle.

Belgrad’da Knez Mihailova Caddesinde güzel bir yemek yedik. Her şehrin ünlü bir caddesi oluyor. İnsanların boş zamanlarını geçirmek için gittiği, ünlü kafe ve restaurantların yer aldığı. İstanbulda Beyoğlu yada Taksim’e benzer turistik mekanlar. Knez Mihailova’da Belgrad’ın ünlü caddesi. Üstelik sava nehri kenarında ünlü gece kulüpleri var. Freestylers gibi. Fdireestylers o akşam kapalı olduğu için biz yanlış hatırlamıyorsam Clup22/44 gibi bir kulüpte bir kaç saat geçirdik. Çok kalabalıktı, sıkışık bir köşede takıldık ancak yerel insanları eğlenirken izlemek hoş bir deneyimdi. 

Eski Yugoslavya’yı burada hala hissetmek mümkün. Yıpranmış bir şehir. Ancak muhteşem bir doğa. İki büyük nehrin birleştiği yer. Dillerinde 2000 den fazla Türkce kelime varmış, Osmanlı zamanınan kalan. Avusturyalı arkadaşlarıyla şakalaştıklarında siz Türksünüz diyerek kızdırmaya çalışırlarmış Sırpları. Bir Sırp anlattı. Oysa bizim için gurur vesilesi Türk olmak. Kalemegdan’da orta yaşlı bir beyle karşılaştık. Gitar çalıp para topluyordu. Bizim Türk olduğumuzu anladı. Gitarıyla leylim ley çalmaya başladı bize. Hoş sohbet, esprili, mutlu olduk tanıştığımız için. Birlikte Leylim Ley söyledik. Belgrad’ı kısaca “Para yok, kadın çok” diye tasvir etti kısaca. Tabi ben edepli bir şekilde ifade ettim. 

Ertesi gün Priştine’den Prizren’e hareket ettik. 1-1,5 saat yolculuktan sonra ulaştık. Yanda facebook’ta paylaştığım resim ve yorumlardan anlaşılacağı gibi yine çok etkileyici bir deneyimdi bizim için. Dha girdiğimiz anda sıcak ilgi ve sevgiyi hissettik. Elvis Damka kardeşim Gözlükçü dükkanı var, yanındaki her biri çok değerli arkadaşlarıyla bizi tanımadıkları halde karşıladı ve ilgilendiler. Otele yerleştikten sonra birlikte çay içip sohbet ettik. Elvis Ankara’da yüksek öğretim yapmış 90’lı yıllarda. Saçların uzunmuş, bir grup kendini milliyetçi diye tanımlayan adamlar alıp reislerinin yanına götürmüş. Adam sen ne biçim Türksün, bu saç kılık kıyafet nedir diye sert çıkmış. Elvis’in tüylerimi diken diken eden cevabı okulda 100 sene ders verseniz beceremeyeceğiniz kadar öğretici ve ufuk açıcı bir cevap. 


Siz demiş bana mı öğreteceksiniz Türk olmayı. Ankara’nın göbeğinde, etrafınızda hiç yabancı olmadan, Atatürk’e ve atalarınıza borçlu olduğunuz özgür ve güvenlik içinde Türkçülük afra tafralarıyla milliyetçi mi olduğunuzu zannediyorsunuz. Siz gelin Kosova’da Priştine’de, Prizren’de Arnavutlar, Sırplar, Boşnaklar içinde azınlık olun, tüm Avrupa ve Hristiyan egemenlerin baskılarıyla, soykırımlarımlarıyla, sürgünleriyle  yüzleşin ve bizim gibi direnin Türk ve müslüman olarak o topraklarda kalmak ve yaşamak için görelim sizin milliyetçiliğinizi. 


Ben dinlerken bambaşka hissettim. Bana çok büyük bir ders oldu, anladım, farkettim, yaşadıklarını. Memduh’un etkisi altındaydım zaten üstüne bir de Elvis tüm bölgeye, kültüre ve ait olma duygusuna bakışımı değiştirdi. Çok teşekkür ederim hepinize. Memduh, Elvis ve gıyabında herkese. İyi ki varsınız ve iyi ki kendinize Türksünüz.  


Dünya gerçekten küçük. Muammer Yalçın  ile , eski bir öğrencim, doktora programından, Prizrende karşılaştık. Prizrenli arkadaslarla Prizrenin en popüler kahvesinde demli çaya kanmaya çalışırken kimi göreyim! Bana hediye ettigi saksı çiçeğine hala özenle odamda bakarım. Sözleştik yeniden görüşeceğiz Izmitte. 

Evden önceki son durağa gidiyoruz. Selanik. Üsküpün ünlü köftecisinde nefis kuru fasülye eşliğinde köfte yiyoruz. Etrafımız hep Türk turist. Garson biraz eziyet etti. Sanırım sevmiyor bizleri. Ya da biz hayatı ona dar etmişizdir. :) Bizimkilerin istekleri şikayetleri bitmek bilmez. Selaniğe giderken Vardar ovasından geçeceğiz. Selaniğe biraz geç ulaştık, sabahta erkenden yola çıktık. Çok bir fotograf ya da video yok. 


Ertesi gün kavala’da öğlen yemeği yedik bu arada denize girdik serinlemek için Erhan’la ve ver elini İpsala sınır kapısı ve güzel ülkem.


Girişte şu paylaşımı yapmışım. “Benim Vatanım, yurdum, ocağım. Burada doğdum, inşallah burada öleceğim.”  Soluğu evde aldık. İzmitte Erhan’dan ayrılırken zorlandım biraz. 38 gündür art arda peşin sıra geziyorduk ve burada yolumuz ayrılıyordu. 


Ve ailem, evim, akşam yemeğim. “Home Sweet Home”


Osmanlı Vardar ovasını bırakmasa top oynayacak alanları bile olmayacak ama Feneri yendiler. Olacak iş değil, buraları görmeden ne büyük hezimettir Fenerin ki bilemezsiniz. Dayanamadım bütün karşılaştığım Fenerlileri kovaladım. Son anda araya girmeseler Sırbistana kadar sürecektim.

Üsküpe giderken kosova’dan çıktık, Makedon gümrüğünü geçince bir düğün konvoyu ile karşılaştık. Sohbet ettim biraz gençlerle :)

Kocaeli Üniversitesi,  Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü 41380  İzmit/Kocaeli/Türkiye

ismetsahin@gmail.com